31 Ağustos 2013 Cumartesi

İlk İnsan Adem'in Çocuklarının, Kardeşleriyle Evlenmek Zorunda Olması Gerektiği İddiası


     Sorunun detayı şöyledir: İlk insan, Adem ise ve tüm insanlar onun soyundan çoğalıp bugüne geldiyse; ilk insanların üremeye devam edebilmesi için Adem’in çocukları kardeşleri ile evlenmiş olmalıdır. İslam dininde aile içi cinsel ilişki (Ensest) yasak olduğuna göre; bu durum nasıl açıklanabilir?

     Biraz araştırdıktan sonra, iddiaya cevabın, Kuran'da sadece bir tek ayetin içinde,  gizli ama net bir şekilde verilmiş olduğunu, diğer bazı olaylar ve bunları anlatan ayetlerle de, Allah'ın bu konuyu bizlere iyice açıkladığını görüyoruz. Kuran'ın okunmaması ya da pek dikkat edilmeden okunması ve çevirideki anlam kayıpları nedeniyle, olayların bir çok kişi tarafından fark edilemeyip, anlaşılamadığını görüyoruz.

      "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten(Adem'den) yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan(Neşr eden, tek kaynaktan kopyalayan) rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak, birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir." Nisa:1
      “Artık onu tasarlayıp, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın! Hicr:29


         İnsanın aslı, ruhudur!

 "Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?" Enbiya:30   

       
"Andolsun biz insanı çamurdan, bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi alaka (embriyo) ya çevirdik. Alakayı (embriyo) bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir." Mü'minûn:12-14)

       Toprak; hepimizin bildiği gibi, içinde bir çok mineral ve element taşır. Zaten bilimsel olarak ta, vücutlarımızın, %75'inden fazlası su ve geri kalanı ise demir, potasyum, kalsiyum, karbon gibi mineraller ile azot, oksijen, hidrojen gibi yine toprakta veya suda bulunan elementlerden oluşur. Bazı ayetlerde kullanılan "balçık ve çamur" ise zaten su ve toprak karışımıdır.
   
       Adem'in ruhu; yani "Aslı", “Allah’ın kendi ruhundan üflemesi” ile yaratılmıştır. Topraktan bedeni ise anne-baba olmadan çamurdan(Toprak ve Su) yaratılmıştır. 
      
       Nisa:1 de ise, "Sizi tek bir nefisten yaratan” sonra da “Ondanda eşini yaratan” diyor. Yani eşi Ademin (ruhunun) bir parçasıdır. Bir çeşit bölünerek çoğalmadır aslında durum, fakat ruhun yani insanın ”Aslı'nın” bölünerek, eşinin de "anne-baba olmadan yaratılması" söz konusudur!

      Asıl en güzel ayrıntı ise; Allah’ın, aynı ayetin devamında alakasız gibi görünen bir şekilde “Akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının!” emridir. Zaten iddianın takıldığı kardeşlerle cinsellik bir akrabalık hakkıdır ve Allah, burada aklımızdaki “kardeşlerle cinsellik çelişkisine” yanıtı, görmeyene gizlice veya görebilene açıkça veriyor!

     Sonuç; insan neslinin üremesinde, illaki anne, baba ve cinsellik unsurları olmak zorunda değildir! Allah, bu düz mantıkla ortaya atılan iddiaya, yukarıdaki ayetlerde açıkça; “Adem’i(Bedenini), yoktan, yani anne ve babasız yarattığını, ve diğer(Asıl) unsur olan ruhu için, kendi ruhundan üflediğini” belirtiyor. İnsan varlığının iki unsuru olan ruh ve bedeni ayırarak anlatıyor. Ayrıca bir tek nefis dediği erkeğin ruhundan, dişisinin ruhunu ve ona da yoktan beden yarattığını ve ruhsal ve bedensel eşleştirmesini anlatıyor. Aynı şekilde; Adem'in, iki erkek çocuğunun özünden de, eşlerinin ruhunu ve anne-babası gibi; bedenlerini de "yoktan yaratması" da mümkündür!




     İnanan insana, bir kaç cümlelik açıklama ile konuyu böylece sadece kuran ile açıklayabiliriz. Fakat; amacımız, herkese anlatmaya çalışmak olduğu için, konunun ayrıntılarına giriyoruz.


Soru, hem yetersiz bilgi sahibi Müslümanın aklını, karıştırmakta, hem de inanmayan insana, ciddi bir çelişki gibi gelmektedir.

     Dindar insan, soruya anında cevap verme içgüdüsüyle açıklamalar getirmeye çalışır, fakat çoğu zaman iddia sahibini tatmin edemez. Tanrı veya din kavramına inanmayan kişi ise iddiasını ispat etmese de, yarattığı afallatma durumundan keyif alır.

Aslında doğru olan; insanlar hakkında kesin bilgi sahibi olmadığı bir konuyu araştırmalı, öğrenmeli, hatta yorumlamalı ve daha sonra cevap vermeye çalışmalıdır. İnsanların çoğunluğu, yazılı kaynaklardan araştırma yapmaya üşenir. Sorulara cevap almak için, büyüklerine ya da sözde, hacı, hoca, imam veya çevresindeki başka kişilere sorar. Genelde de, mezhep, tarikat ve cemaat önderlerinin fikirleriyle karşılaşırlar ve akıllar iyice karışır.

        Din, tümü doğru olması gereken bir olgudur ve bir kısmındaki ciddi bir yanlış bile, tüm inancı sarsabilir.

        Aslen, soruya cevap vermeye çalışan yazarlar, mezhep imamları, cemaat önderleri bile, bu iddiaya tatmin edici bir açıklama yapamamıştır. Kimileri saçmalama derecesinde yorumlar yapmış, kimileri bildiğiniz uydurmuş ve hatta bazıları, kutsal saydığı, "kaynağı ilahi dediği"dinine eklemeler yapmış, çabaladıkça iyice batmışlardır.


        İnsanları tatmin edemeyen, başlıca bazı cevaplar ise şöyledir;

        İlk cevap, belki içlerinde en adisidir. Denilir ki; ” Adem zamanında başka insan olmadığı için; Allah, zaruretten(!) dolayı, bir defalığına kardeşlerin birbirleriyle evlenmesine izin vermiş, daha sonraki bir zamanda, bunu tekrar yasaklamıştır.”

        İddia sahipleri, “Yasak olan şey, her zamanda yasak olmalı” diyerek cevabı çürütmeye çalışırlar. Kuran’dan “Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” Bakara:183 ve buna benzeyen namaz gibi, ilgili ayetleri hatırlatıp, "emredilen yasağın, her zamanda yasak olduğu" tezlerini desteklemeye çalışırlar.

         Cevabı savunmaya çalışan kişiler ise;
   
 "Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiya’dan ( Hz. Muhammed) sonra şeriat-ı kübrası (büyük şeriatı) her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.” (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 454 şeklinde, Kuran dışı fikir yürütmelerle, bir defalığına izin verilme tezini desteklerler.

         Cevabın asıl çürütmesi ise şöyledir; Her şeye gücü yeten ve her türlü zayıflıktan ve noksanlıktan uzak olan Allah, zaruret hissetmez! Hiç bir şey için, zorunda kalmaz! Allah'ın, her türlü zayıflıktan ve noksanlıktan uzak olması niteliği, islamda 'Subhanallah' kavramıdır ve Allah’ın temel niteliklerindendir. Zaten din dışından, felsefi olarak bakıldığında da olası bir Tanrı’nın, hiçbir zayıflığı veya güçsüzlüğü olmamalı, her şeye gücü yetmelidir.

     Sonsuz güç sahibi (El Kadir), Kuran’da net bir şekilde belirtilir ve Allah’ın Kuran’da geçen isimlerindendir. Her şeyi yoktan yaratan(El Halık), her varlığa uygun şekilde giydiren (El Musavvir), canlılara hayat veren (El Muhyi) ve en önemlisi her şeye gücü yeten (El Muktedir) gibi Allah’ın birçok ismi ve sıfatı, zorunda kalma, zaruret hissetme teorisini daha baştan çürütür.


         Bu cahilce cevabın, yine yanlış ama daha samimi bir türevi daha vardır ki; cevap olarak kabul edilemese bile saygı duyulabilir.

       Cevap şudur; “aile içi ilişki, zina, içki cinayet, uyuşturucu ve hırsızlık gibi tüm günahlar, Allah öyle uygun gördüğü için yanlıştır ve biz Allah uygun gördüğü için, bunlara uyarız. Adem’in çocuklarında aile içi ilişkiyi uygun gördüyse; biz de bunu öylece kabul eder, saygı duyarız.”

        Haklıdırlar kısmen.  Bildiğimiz doğru/yanlış kavramlarını, aslında biz belirlemeyiz. Platon'un tarif ettiği gibi bu ruhumuza yerleştirilmiş daha sonra, asırlardır genlerle, geleneklerle aktarılmıştır. Doğru, güzel olana yaklaşmaya, çirkin şey veya işlerden uzak durmaya olan meyildir. Zaten ahlak kelimesi de "hlk", halk etmek (yaratmak), halk, kökünden gelir ve "Yaratılışa uygun yaşam sürme" anlamındadır.
   
       Platonun sevgi tanımından hareketle, iyi/kötü, doğru/yanlış ayırımları; güzel olana olan yönelmedir. Güzel ise, bizim icadımız değil; Allah’ın, bizi yaratırken verdiği bir "kod"dur. "Güzel" kodlamasını baz alarak, düşünür, yargılarımızı belirler ve sonrada bu yargılarımıza göre hareket eder, davranırız.

    Allah doğru(güzel) gösterirse doğrudur, yanlış gösterirse yanlıştır! Bu kadar nettir! Fakat her şeye gücü yeten Allah, “Ol!” deyip yaratma gücü varken, doğru yanlış bilgisiyle yani “kendi kurduğu düzenin” kurallarıyla oynamayacak, değiştirmeyecektir.

        Zaten Allah, aile içi cinselliğe ya da ilişkiye, “yanlıştır, yapmayın!” demekle kalmamış; bizleri yaratırken, kan(Gen) uyumsuzluğu gibi fiziksel ve bilimsel engellerde koyup, kuralı desteklemiş hatta iyice anlamamız için, Kuran'da ayrıntılarıyla açıklamıştır.

      “Size, şunları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz ve karılarınızın anneleri ve kendileri ile zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan olan ve evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile zifafa girmemişseniz, onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Sulbünüzden gelen (öz) oğullarınızın hanımları ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikahlamanız da haramdır. Ancak cahiliyyet devrinde geçen, geçmiştir. Şüphesiz ki; Allah, gafur (çok bağışlayıcı) ve çok merhamet edicidir." Nisa Suresi:23 Allah


        Allah’ın Kadir ve Muktedir gibi her şeye gücü yeten sıfatı yine bu tezi de çürütür fakat en azından bu kitle, Allah’ın isra suresi 36. ayetteki emrine uyar; “hakkında kesin bir bilgi sahibi olmadığı şeyin, peşine düşmez", hikayeler uydurup, saçmalamazlar.

        İkinci büyük cevap denemesinin kaynağı ise, kendi zamanında bile aşırı olduğu için tepkiler gören Kuran tefsircisi Taberi’nin Adem'in çocukları ile ilgili kurban ve sonrasındaki ilk cinayet olayı ile ilgili ayetin altındaki açıklamasıdır.

        (Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Ant olsun! Seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. Maide:27

       “İnsanlar Hz. Âdem’le Hz. Havva’dan doğarak çoğalmışlardır. Havva anamız, hep ikiz doğum yapıyordu. Bunlardan birisi erkek, diğeri de kızdı. Hz. Âdem, aynı anda doğan ikizleri, bir önce veya bir sonra doğan ikizlerle evlendiriyordu. Habil’le beraber doğan kız çirkin, Kabil’le birlikte doğan kız ise güzeldi. Bu durumda Hz. Âdem, Habil’in, Kabil’le beraber doğan kızla, Kabil’in de Habil’le beraber doğan kızla evlenmesini istedi. Fakat Kabil buna razı olmadı, kendisiyle doğan güzel kızı Habil’e vermek istemeyerek kendisi almak istedi.” (“Taberi, İbn Kesir, Razî”  Maide:27. ayetin tefsiri )

Yalnız bu ayette cinayet nedeni anlatılırken “kurbanen” denilip kurban kelimesi net bir şekilde belirtilmiş, aralarındaki bir sorun çıkmıştı gibi üstü kapalı bırakılmamıştır. Dolayısıyla agnostik ve dine inanmayanların geyik konusu olan “Adem’in çocuklarının aralarında kız meselesinden sorun çıkma hikayesi, ilk cinayetin kız yüzünden işlenmesi geyiğinin sorumlusu bu görüşü cidden uyduran insanlardır.
       
         Teorinin asıl çürütmesi ise; ikiz olarak, ayrı ayrı doğsalar da, aynı anne ve babaya sahip tüm çocuklar kardeştir!

   
        Üçüncü cevap ise doğruya en yakın olanıdır aslında. Bu yüzden; tam olarak tatmin etmese de, olası bir ihtimal olarak bazen kabul görür.

        Cevap şöyledir: “Allah, Adem’den ve eşinden, kuranda da bahsedilen iki erkek çocuğunu meydana getirmiştir. Kardeşlerin birlikte olmasını yasaklayan Allah, soy devam etsin diye kendi yasağını bozmak zorunda kalmaz ve kuralını bozmayıp iki erkek kardeşe iki dişi eş yaratıp soyu devam ettirmiş daha sonra amca çocuklarında veya daha sonra eş yaratmayı bir yerde bırakıp, geleneksel üreme ile soy devam edebilir.” 
       
       Tam olarak iddia edilmeden, sadece fikir olarak belirtirse ve Allah’ın yaratma gücünün her şeye yeteceği bilgisi ile desteklenirse bir cevap alternatifi olarak anlamak isteyen iman sahibi insanı kısmen tatmin edebilir ve çok zor çürütülebilir.

       Fakat Kuran'ı görece daha iyi bilen, dikkatli ve akıllı biri şunu sorabilir. “Allah Kuranda tüm insanların Adem ve eşinin soyundan olduğunu anlatırken soyun arasında yoktan yarattığı eş bu durumu bozacaktır yani soy hem adem ve eşinden hem de yoktan yarattığı bu iki kızdan devam etmiş olacaktır” diyebilir. Savunucu ise yaratılanlar dişidir ve soy erkekten devam eder ya da ediyor olabilir diye savunmaya geçebilir. Bu tartışmadan da kesin bir kazanan çıkmaz. Çünkü Allah soyun Adem ve eşinden devam ettiğini söylemişse(?), soy Adem ve eşinden devam eder. Allah zorunda kalmaz, yalan veya eksik konuşmaz! Zaten Allah Kuran’da insanlık Adem ve eşinden bir eşitlik ya da denk ortaklık ile çoğaldı demez. Doğru cevaba doğru ilk ipucu da budur!

      Bu cevabı tam olarak yanlış diyemeyeceğim için; çürütmeye çalışmayıp, sonuç bölümünde ciddi eksikliklerini tamamlamaya çalışacağım.



      Konuyu ayrıntılı olarak araştırmadan önce benim bu soruya cevabım ise benzer bir şekilde idi.

Kuran’da şöyle der “ Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri sadece “Ol!” demektir. O da hemen oluverir” Yasin:82
     
       Soranlara, iddia edenlere bence; "Evren de dahil, insanlık ve canlılıkta dahil, hiçbir şey “Yok” iken, bir “Ol!” emri ile evreni, yıldızları, gezegenleri, kütle çekim kuvvetini, manyetizmayı, enerjiyi ve bilim dediğimiz tüm kanunları, canlıları, doğayı, ve anne baba olmadan, Hz. Adem’i yaratan Allah, buna da bir çözüm bulmuştur mutlaka" derdim.

       Ademin çocuklarının soyunu, nasıl devam ettirdiği, benim dinimi veya inancımı, temelden etkileyecek bir durum değil. Ben, daha önemli olduğunu düşündüğüm, yukarıda da saydığım, kütle çekim kuvvetinden, Periyodik cetvele, Big Bang(Büyük Patlama) teorisinden, Büyük Çöküş teorisine, Kara Delik’lerdeki tekilliğe indirgeme olayına kadar çok daha geniş etkili fikirler, felsefeler ve bilim ile ilgileniyorum diye cevap verirdim soranlara.

       Soruyu soran çoğunlukla dinden uzak ve kötü niyetli kişiler olurdu ve umursamadan derdim ki; “Farz edelim; çocuklar, yasak olduğu halde, soylarını, aile içi ilişkiyle devam ettirdi. Biz bunu kabul edince; Allah, aniden yok mu olacak? Ya da, Big Bang(Büyük Patlama) hiç gerçekleşmemiş mi olacak? Atomlarda ve atom altı parçacıklardaki olaylardan, Kütle Çekim Kuvvetine, Manyetizma'dan, diğer çok derin fizik ve Astronomi olaylarına her şey aniden yok mu olacak? Bütün bunlardaki gördüğüm mucizeleri ve Allah’ın mükemmel yaratışını, unutacak mıyım? Tabi ki; hayır!

        Ben, böyle bir şey olmadığını ispat etsem; sen, aniden imana gelip, Müslüman mı olacaksın? Tabi ki; hayır! Yani benim dinim bana, senin dinin sana! Sonuçta Tanrısızlık da bir dindir, bir yoldur!

        Ben, insanların diğer insanları, dine ve Allah’a doğrudan yöneltebileceklerini pek fazla düşünmem.


       “Şüphesiz sen,(Muhammed) sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin! Fakat Allah, dilediği kimseyi, doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri, daha iyi bilir.” Kasas:56

        Allah, kime isterse ona hidayet verir ve sebepleri de kişiye ulaştırır. Benim sebebimi bana ulaştırdığı gibi!

        Bazılarınız diyebilir ki; “Eğer öyle ise; Allah bana hidayet vermemiş ve yanlış yaptıklarımın suçu Allah’ın suçu” diyene de Her şeyi belli bir düzen ve ölçüye göre yaratan adaletli (El Adl) Allah’ın hidayeti vermeyi seçtiği kişinin bir ölçüye göre adaletle hak etmiş olmalıdır. Belki kalp temizliği, belki de kötü duygularını azaltma gibi bir ölçüsü olabilir diyebilirim. Allah, El Adl’dir, Allah adaletle hükmeder, adaletle karar verir.


          Allah hidayet dilemezse Elçi’si dahil kimse o kişiyi hidayete ulaştıramaz. Ben biri için hidayet, iman dileyince, Allah’a, onun için dua ederim. Sevdiklerimden başlayıp, milletime, devletime, tüm inananlara ve tüm insanlara hidayet dilerim. Allah, ister beni ister başka bir sebebi ona ulaştırır, güvenirim.

          Din inanamayanların iddia ettiği şekilde bilim değildir. Gözlemlenip, formüllere dökülüp, sonucu net bir şekilde ortaya konulup,“mecburen” kabul etmek değildir.

          Din inanmaktır!


          Bunu bir benzetmeyle anlatmaya çalışabilirim. Dünya gibi soğuk yıldızlar, güneş ve diğer var dediğimiz her şeyi 5 duyumuzdan en azından bir tanesi ile algılayabiliriz. En iyi algıladığımız dünyadır içindeki tüm varlıklarla birlikte. Dokunuruz, görürüz, koklarız, seslerini duyarız, tenimizle şeklini ve sıcaklığını hissederiz, tadını alırız hatta. Beş duyumuzun beşi ile birlikte anlar kavrar ve varlığını kabul eder, inkar edemeyiz. Güneşi görürüz ve sıcaklığını hissederiz. Uzaktaki diğerlerini en azından bir duyumuzla görürüz. Diğer uzak yıldızları görürüz veya görmemizi sağlayacak fotoğraflama temelli teleskop gibi aygıtlarla dolaylı olarak görürüz en azından ve varlığını kabul ederiz. Mecburen!

          Çok farklı bir yıldız türü vardır evrende! Kara Delikler!


          Kara Delikler, eski dev yıldızların,( Super Nova'ların) patlamış, bitmiş halidir. Patlamış fakat, içe doğru çekmiştir kendini, büyük kütlesi ve çekim kuvveti yüzünden.


           Öyle bir kütle çekim kuvveti vardır ki; etrafında, menziline girmiş tüm yıldız, meteor, toz, gaz gibi maddeleri emip, yutar. Sonunda; “Tekillik” denilen, yokluk noktasına alır.


           Ve öyle bir çekim kuvveti vardır ki; kendi yaydığı veya yansıtması geren aldığı ışığı bile emer kendine alır. Işıkta bir madde, bir parçacıktır. Aslında Kara Delikler, içinde gerçekleşen füzyon nedeniyle ışık yumağıdır belki de ama ışığını yaymadığı için “Kara Delik”tir adı! Ve son kalan duyumuz görme ise ışık ile çalışır, tam karanlık durumunda çalışmaz.


           Gelişmiş Nasa cihazlarıyla tespit edebileceğimiz yaydığı radyasyon vs diğer etkileri de emer. Kara Delik’leri günümüzde en azından bir duyumuz yani gözümüzle bize gösterebilecek, teleskopları gibi görüntüleme aygıtlarını da çaresiz bırakır. Ama bilim varlığını kabul eder! Ama bilim dolaylı bir şekilde görür! Ve kesin olarak kabul edilir!

           Kara Delikler'in varlığını bir durumda fark ederiz. Yakınından, bir yıldız, meteor ya da toz, gaz gibi bir madde gurubu geçerken, Kara Delik emmeye başlar. Emme biçimi  Kara Deliğe doğrudur ve olması gereken biçimde akar. Bu nokta da Kara Delik’in varlığı kendini ele verir ve yakalarız! Siyah bir noktaya doğru akan, ışıl ışıl yıldız parçacıkları görülebilir hale gelir. Kara Delik'i hala göremeyiz ama çevresine etkisinden dolayı orada bir kara delik olduğunu fark eder ve varlığını kabul ederiz...


          Kendisi görünmez, duyulmaz, hissedilmez, tadılmaz, koklanmaz ama çevresi üzerindeki muazzam etkisi ile onun orada var olduğunu anlar, kavrar ve inanırız! Duyularımızla algılayamayız ama kanıtlar ortadadır.

          Allah’da, apaçık görünebilecekken; duyularımızla algılayamayacağımız bir şekilde, belki farklı bir gerçekliğe, ya da boyuta çekilmiş ve bizlerin kavrayışını sınamaktadır. Kendini algılayarak değil; yaratışını, evrenini, düzenini izleyerek Allah'ı kavramaya, tanımaya çalışırız!


          Duyularımızla algılayabilsek hepimiz inanırdık, inanmaya mecbur kalırdık. Ve inanmak bir erdem bir başarı olmaktan çıkardı. Ama Allah kendini dolaylı yollardan, bilim ile, mantık ile, felsefe ile anlaşılabilecek bir seviye de tutar. Ve yaratışını öyle ayarlamıştır ki; egolarından sıyrılmış ama bilgi seviyesi diplerde olan birinin bile, kısmende olsa kavraması mümkündür.




           Son bölümde kısa bir inceleme ile hızla bizi doğru cevaba götürmeye çalışacağım.

           Öncelikle cevap için evrendeki bozulmamış kabul ettiğimiz ama eksik veya farklı yorumlanma ihtimali olan, yinede Allah’ın yeryüzündeki tek sözü olan ilk kaynağımız Kuran’a bakıyoruz. Hadislerle çok boğulmak istemiyorum çünkü değiştirilmiş olma ihtimali olan ya da uydurulmuş olduğu düşünülebilecek çok fazla hadis olabilir.

Kuran’da konu ile ilgili olabilecek tüm ayetleri anlaşılır bir sırayla ve olabildiğince kısaca açıklamak istiyorum.

1) “Bir zamanlar Rabbin, meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti.” Bakara:30

2) “Artık onu tasarlayıp, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın! Hicr:29

3) "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten(Adem) yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir." Nisa:1

          Adem, anne-baba olmadan yoktan yaratılmıştır. 2. Ayette de olayının bedensel kısmından sonra “Allah’ın kendi ruhundan üflemesi” ile ruhsal kısmı belirtiliyor.
          Ayette önce “Sizi tek bir nefisten yaratan” sonra da “Ondanda eşini yaratan” diyor. Yani eşi Ademin (ruhunun) bir parçasıdır. Bir çeşit bölünerek çoğalmadır aslında durum fakat ruhun, insanın ”Aslı”nın bölünerek, eşinin anne-baba olmadan yaratılması söz konusudur! Dikkat!


          Asıl en güzel ayrıntı ise Allah’ın aynı ayetin devamında alakasız gibi görünen “Akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının!” emridir. Allah burada aklımızdaki “kardeşlerle cinsellik çelişkisine” yanıtı gizliden veriyor !!! 

          Adem’in ruhunun bir parçasından, bir çeşit bölünerek çoğalma ile fakat ruhun, insanın ”Aslı” bölünerek, eşi yaratılıyor!

          Zaten Kuran’a dikkat ettiğinizde sizi Adem ve eşinden yaratan demiyor!  Kuranın hemen her yerinde “Sizi bir tek nefisten, Adem’den yaratan, ya da Adem oğulları diyor.

Burada sakın şu yobaz kaburga kemiğinden yaratılan zayıf yaratılan kadın masalını çıkarmayın. Kendi ruhunun bir parçası olarak bölünüp, bedeninin yaratılmasında daha yüce bir amaç hissediliyor.

  “Ve O'nun mucizelerinden biri olarak sizin için nefislerinizden kadın eşler yaratmıştır ki, onunla Sonuç; insan neslinin üremesinde, illaki anne, baba ve cinsellik unsurları olmak zorunda değildir! Bu düz mantıkla ortaya atılan iddiaya, Allah, yukarıdaki ayetlerde açıkça; “Adem’i(Bedenini), yoktan, yani anne ve babasız yarattığını, ve diğer(Asıl) unsur olan ruhu için, kendi ruhundan üflediğini” belirtiyor. İnsan varlığının iki unsuru olan ruh ve bedeni ayırarak anlatıyor. Ayrıca bir tek nefis dediği erkeğin ruhundan, dişisinin ruhunu ve ona da yoktan beden yarattığını ve ruhsal ve bedensel eşleştirmesini anlatıyor. Aynı şekilde; Adem'in, iki erkek çocuğunun özünden de, çocukların eşlerini, ruhunu ve anne-babası gibi; yoktan, bedenlerini yaratması da mümkündür! bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve şefkat oluşturdu. Muhakkak ki bunda, düşünen bir kavim için mutlaka deliller vardır.” Rum:21


4) “Doğrusu Allah indinde İsa’nın örneği, Adem örneği gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ol dedi, o da oluverdi” Al-i İmran:59


5) “(Meryem): "Ey Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?" dedi. Allah: "Öyle ama, Allah dilediğini yaratır, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece 'ol!' der, o da hemen oluverir." dedi.”Al-i İmran:47 

6) "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi. "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. Böylelikle ona gebe kaldı sonra onunla ıssız bir yere çekildi.” Meryem:20,22

          Yaratılma, Çoğalma kavramında düz mantık yürütülen sorudaki gibi Anne-Baba zorunluluğu olmadan doğmuş bir örnek daha vardır. O da İsa peygamberdir. Anne ve doğum yapacak bir rahim vardır, baba yoktur ama yinede yaratılmıştır!

           Bir örnek daha vardır;

7) “Bunun üzerine Zekeriyya, mabette namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler; Allah sana Yahya'yı müjdeliyor. O, Allah'ın dolaysız kelimesini doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir.

Zekeriyya `Ya Rabbi, kendim iyice yaşlanmış ve karım çocuktan kesilmişken nasıl oğlum olabilir?' dedi. O da `Böyledir, Allah dilediğini yapar' dedi.” Al-i İmran:39,40

         Yahya peygamberin doğumunda; Anne çocuktan kesilmiş, adetten (yumurtlaması) kesilmiş, Babada çocuk yapamayacak kadar yaşlanmıştır.

         Sonuç; insan neslinin üremesinde, illaki anne, baba ve cinsellik unsurları olmak zorunda değildir! Bu düz mantıkla ortaya atılan iddiaya, Allah, yukarıdaki ayetlerde açıkça; “Adem’i(Bedenini), yoktan, yani anne ve babasız yarattığını, ve diğer(Asıl) unsur olan ruhu için, kendi ruhundan üflediğini” belirtiyor. İnsan varlığının iki unsuru olan ruh ve bedeni ayırarak anlatıyor. Ayrıca bir tek nefis dediği erkeğin ruhundan, dişisinin ruhunu ve ona da yoktan beden yarattığını ve ruhsal ve bedensel eşleştirmesini anlatıyor. Aynı şekilde; Adem'in, iki erkek çocuğunun özünden de, çocukların eşlerini, ruhunu ve anne-babası gibi; yoktan, bedenlerini yaratması da mümkündür!

        Hala anlamayana, Baba olmadan İsa’yı yaratmasını ve Anne Baba olma yeteneğini kaybetmiş bir çifte Yahya’yı vermesini anlatıyor ama "biz Kuran'ı okumadığımız için, okusak ta dikkat etmediğimiz, anlamaya çalışmadığımız için "Yoktan var edilen" ilk nesil olan Adem’i atlayıp sırf içinde çirkinlik, kardeşlerle cinsellik ihtimalinden dolayı ikinci, üçüncü nesle takılıp, ayrıntıda boğuluyoruz. "


      İnandığımız dini araştırmayıp, öğrenmeyip, bilmeyip sorgulamaya çalışmak ne kadar doğrudur?

         Önce Yaratan Rabbinin adıyla Kuran’dan başlayarak okumak anlamaya çalışmak, bunu bilim ile devam ettirmek az da olsa felsefe kısmına girmek gerekli değil midir?

          Fakat her şeye rağmen; bu durum, bizlere çok önemli bir fayda sağlayacaktır.
       
          Araştırıp, öğrenip, bilip sorguladıktan sonra cevaplanan her soru inancı güçlendirecek, daha da sağlamlaştıracaktır. Yeter ki tembellik etmeyelim, üşenmeyelim, boş vermeyelim ve araştıralım. 
  
          Atalarımızdan kaldığı için değil bildiğimiz, inandığımız ve kavrayabildiğimiz için inanalım.

“Diyor ki insan: (Alay ederek) Öldüğüm zaman, hesap günü için mezarımdan çıkarılıp, tekrar mı diriltileceğim? Hatırlamıyor mu insan? O daha önce hiçbir şey değilken, onu biz yarattık!” Meryem:66-67

         “İnsanların çoğuna uyacak olursan, şüphesiz seni Allah’ın yolundan saptırırlar, Onlar ancak zanlarına uyar, yalan söyler ve saçmalarlar.” En-Am:116

     
          Saygılarımla

          Hsyn
          28.08.2013




Not: Havva, Habil ve Kabil gibi isimler, Kuran’da yoktur ve dinimizdeki bir çok uydurma bilgi gibi bozulmuş Tevrat’tan alınmıştır. Bu yüzden Kuran’a sadık kalmayı tercih ettim.